28 Haziran 2019

Judith'e Ait Oda | Judith Shakespeare




Herkese yeniden merhaba! Okulun kapanmasıyla buraya yeniden döndüm. Ne kürkçü dükkanı ama! Bugün biraz Judith'ten bahsetmek istedim, bir süredir Twitter'da kullanıcı adı olarak da kullandığım bu Judith kim sahi? 

Judith'i tanımıyoruz belki ama abisi aslında hepimizin tanıdığı biri, William Shakespeare.
William Shakespeare, onlarca eseri kaleme alan 16. yüzyıl İngiltere'sinde yaşamış şair ve oyun yazarı. Varlıklı tüccar bir ailenin oğlu olarak 1564 yılında Stratford-upon-Avon'da dünyaya gelen William Shakespeare'in evine yakın bir ortaokulda öğrenim gördüğü tahmin ediliyor. Elizabeth Çağı okullarında Latince ağırlıklı dersler okutuluyordu, muhtemelen burada gramer ve mantık üzerine çok şey öğrendi. Erken yaşta yaptığı evliliğin ardından 1592'de Londra'da bir tiyatroda çalışmaya başladı ve onu böylece tanıyoruz.

Judith'ten bahsetmeden önce ise başka bir soruya yanıt arayacağız. 16. yüzyılda "Her iki erkekten birinin elinden şiir ya da sone yazmak gelirken neden hiçbir kadın edebiyatın o olağanüstü türünde yazamamıştır?" Bu sorunun yanıtını bize Virginia Woolf “Kendine Ait Bir Oda” kitabında Shakespeare'in hayali kız kardeşi Judith ile vermiştir. 
Shakespeare'in Judith adında bir kız kardeşi olduğunu düşünelim.
Judith son derece yetenekli ve abisi gibi hayal gücü gelişmiş bir kızdı. Dünyayı da en az onun kadar merak ediyordu fakat hiçbir zaman okula gönderilmedi. Çünkü onun dünyası için okul gereksiz hatta yakışıksızdı, evde yapması gereken -yün yıkamak gibi- çok daha "lüzumlu" işleri vardı. Bu şekilde ne Latince grameri ne de mantık veya matematiği öğrenebildi. Abisinin aksine Ovid, Vergilius gibi şairleri hiç tanımadı.Buna rağmen merakı ve hevesleri onu hiç bırakmadı; o yüzden abisinin kitaplarını vakit buldukça kurcalıyordu fakat bu da genelde annesiyle babasının gelip ocakta pişen yahniye bakmasını, kağıtlarla oyalanmamasını söylemesiyle yarıda kalıyordu.
Anlayışsız ya da katı bir ailesi yoktu aslında ona hep şefkatli davranıyorlardı, hatta babasının gözbebeğiydi belki de.
Ailesi çok geçmeden onu komşularından bir tüccarın oğluyla evlendirmek istiyordu, Judith buna karşı çıkmasının bedelini yediği dayakla ödemişti. Yine de pes etmedi, çok sevdiği ailesini geride bırakarak bir gece, yanına boş zamanlarında karaladığı üç beş yazıyı da alarak Londra'ya kaçtı. Yetenekliydi, şehre varınca bir tiyatronun kapısını çaldı ve rol almak istediğini söyledi. Oradaki erkekler yüzüne güldüler, dans eden kaniş köpekler ve kadınlar hakkında bir şeyler söylediler. Neler ima ettiklerini de tahmin edebilirsiniz. 
Böylece yeteneklerini geliştiremedi Judith, kırgın düşlerini de alarak bir şeyler yemek istedi. Sahi yalnız başına bir handa yemek yiyip gece sokaklarda dolaşabilir miydi? Kurmaca eser yazabilmek için kadınların ve erkeklerin nasıl yaşadıklarını, hayatlarını gözlemlemesi gerekirdi üstelik karnı da acıkmıştı.
Sonunda bir oyuncu menajeri olan Nick Greene ona acıdı. O beyefendiden bir çocuğu oldu ve böylece düşlerinden edilmeye daha fazla dayanamayarak bir kış gecesi kendini öldürdü Judith.
Şimdi otobüslerin Elephant&Castle dışında durdukları yerde, bir kavşakta gömülü.

16. yüzyılda yetenekli bir kadının başından geçecekler muhtemelen buna benzer olurdu. Virginia Woolf bu metaforu kurgularken bize bunu son derece kuvvetli şekilde sorgulatıyor. Bunu sadece bir şiir ya da kurmaca bir metin yazmakla sınırlamayalım, sanatın herhangi bir dalıyla uğraşmayı hatta düşünme eyleminde bulunmayı bile bugün somut koşullardan soyutlayamayacağımız konusunda hem fikiriz bence. 
Yetenekli, hayalperest olmak veya farklı bir bakış açısına sahip olmak yeterli değildir. Örneğin toplumsal iş bölümünün dışında olmak ve belki rutinden ayrılabilmek gerekir. Para kazanmak zorunda olmak, seni bölen insanlar, havlayan köpek... Bunların arasında bir kurmaca yazmak ne kadar mümkün olabilir. Tek sobanın yandığı bir ortak salonda roman yazabilmek ne kadar mümkün olabilir.
Dışarıdan bakabilmek berrak bir zihne -muhtemelen Shakespeare'inki kadar berrak- ihtiyaç duyar.
Günümüze gelirsek, 21. yüzyıla geldiğimizde bu hikayede hala etrafımızdaki dünyadan izler bulabiliyoruz, Woolf'un güncelliğini bu denli koruyabilmesi bize geçen zamana rağmen aslında ne kadar az yol aldığımızı anlatıyor.

 Aradan geçen zaman ve dünyanın çeşitli yerlerindeki kadın hareketleri pek çok kazanımı da beraberinde getirdi. Bugün bir kadın için "kendine ait bir oda" veya "yıllık 500 pound" gelir hayal değil. Artık kadınlar yazıyorlar, ortak oturma odalarının dışında yazıyorlar. 
"Çünkü kadınlar milyonlarca yıldır evlerinin içinde oturdular, artık onların yaratıcılıkları o evlerin duvarlarını delmiştir."
Bu kadınların önündeki tüm sorunların sihirli bir değnekle çözüldüğü anlamına da gelmiyor elbette ki halen daha kadın temsiliyeti pek çok iş kolunda artsa da kadınlar yönetici pozisyonundaki işlerde ayrımcılığa uğruyor, eşit işe eşit ücret ödenmesinin mücadelesini veriyorlar ve biliyorum ki halen daha pek çok kadın şu anda ücra bir köyde kardeşlerine baktığı için, okuma-yazma öğrenemediği veya küçük yaşta evlendirilip bir eve mahkum edildiği için bugün bu yazıyı ve daha pek çoğunu okuyamayacak.
Judith tek bir kelime bile yazmadı belki fakat o, bugün bu kadınların ve hepimizin içindedir. 


Bu yüzden bizler çalışmalı ve yazmalıyız, erkekler ne der diye düşünmeden.



Judith'e ve bu yazıyı hiç okuyamayacak kadınlara sevgilerimle...



x

Başak




30 Ocak 2019

Kaybetme Korkusu | Geride Bırakmak | Okula Veda





Hayatımın son sömestr tatilinden hepinize merhaba! 

Bu günlerde bu gerçekle yüzleşiyorum, 18 senelik eğitim-öğretim hayatıma veda ediyorum. Oldukça uzun fakat geriye bakıldığında bir o kadar hızlı geçen bir zaman oldu. Vedalar her zaman acıtır, benim içinse hiçbir zaman kolay olmamıştır. Herhangi bir şeyi kaybetmenin verdiği duyguyla mücadele etmekte her zaman zorlanırım ve bundan kaçabildiğim kadar kaçarım. 

Anlatılanlara göre küçükken de böyleymişim, bir yerden veda vakti gelince bir bahane bulur ve ağlamaya başlarmışım. Gerçekten seneler geçiyor fakat bazı huylar baki kalıyor. Akademik dönem başladığından beri içimde bir huzursuzluk vardı. Sanıldığının aksine, bunun klasik bir "mezuniyet telaşı" veya  "derslerden geçme kaygısı" olmadığını biliyordum. Uzun ve yıpratıcı bir sınav döneminden sonra arkama yaslandığımda henüz adını yeni koyabildim: kaybetme korkusu.

Düşünüyorum da bir şeyle mücadele ederken insan duygusal anlamda ne kadar da zayıflıyor. Kendimi bu anlamda bazen tanıyamıyorum. Çok dik ve kararlı durduğum pek çok konuda tavizler vermeye başladım. Bu çok sağlıklı bir şey değil çünkü uzun vadede insanın kendine olan saygısını zedeler.
Bu sebeple kendime bir çekidüzen vermek zorunda olduğumun farkındayım. Fakat bu o kadar kolay değil birbirinin sebebi haline gelen bu duygusal sürüklenmeden çıkmak için önce ilk yenildiğim nokta ile yüzleşmem gerekiyor. 

Zaman algımızın doğrusal yani bir çizgi gibi olduğunu düşünürsek, bu akış içerisinde "geride kalanları" kabullenmek sanırım en doğrusu, çünkü geri dönemiyoruz. Dolayısıyla "geride kalanları" kucaklayıp yanımızda taşımak bu doğrusal yolculuğu yorucu ve yıpratıcı kılıyor. Bana dönecek olursak, bir gün yorulup kucağımdakileri atacağımı bildiğim halde götürebildiğim yere kadar kucağımda taşımayı seçiyorum. Çünkü ertelenmiş, uzaktaki mücadele şu andakinden daha cazip geliyor.

Ursula Le Guin, "Dünyanın Kıyısında Dans" kitabında "doğrusal zaman" algısının dolayısıyla ilerlemeci anlayışın eril olduğundan, kadınların ise dairesel, devinime meyilli bir zihinlerinin olduğundan bahsediyor. Gerçekten de bu akışı kabullenmek benim için her zaman zor olmuştur. Bu anlamda bu alışkanlıkla mücadele etmem demek biraz da kendime meydan okumak anlamına geliyor. Fakat zaman içinde bu yolculuğu daha az yorucu kılmak için istemsiz öğrendiğim yöntemler de oldu. Bunlardan biri "özdeşleştirme"; geçici olan şeyleri nisbeten daha kalıcı olan şeylerle özdeşleştiriyorum, aslında bir nevi aktarıyorum. Böylece geçici olan geride kaldığında kalıcı olana tutunmaya devam edebiliyorum. Bunun için de en sık kullandığım olgunun "mekanlar" olduğunu fark ettim. 

Örneğin benim için Ankara ve İstanbul  hiçbir zaman birer şehirden ibaret olmamıştır. Biri kaçışı, karmaşayı, özgürlüğü, kaybolmayı, boş vermişliği temsil ederken diğeri yenilgiyi, güvenliği, kalmayı, sorumluluk almayı, çabalamayı temsil eder. Bunun sebebi de hayatımdaki insanları şehirlerle özdeşleştirmem. İnsanlarla hesaplaşamadığım zaman şehirlerle hesaplaşırım. Kulağa gerçekten saçma geliyor. 
Bunun yanında sanırım sembolize etmeye de fazla düşkünüm. Ne zaman birine ya da bir şeye zihnimde veda etmem gerekse bunu kağıda dökerek yaparım. Bir şiirle veya o anki hislerimi yansıtan kısa bir son not... O yazının içerisine de her zaman veda ettiğim şeye dair parçalar gizlerim. Böylelikle geri dönüp baktığımda, o vedaya dair son bir hatıra kalmış olur elimde.

Tüm bu sürdürebilme çabalarıma rağmen bu alışkanlığı kırmam gerektiği konusunda da ikna olmuş durumdayım. Çünkü bu "yanında taşıma" olayı o kadar yorucu olmaya başladı ki hayatımda küçük yeniliklere bile yer yokmuş gibi hissediyorum. Yeni bir diziye başlamak dahi gözümde büyür oldu. Yeni karakterlere bağlanmak, yeni hikayelere hayatında yer vermek, bir süre sonra ordan oraya sürükleniyormuşsun gibi hissettiriyor. 

Bu yüzden bana rağmen ilerleyen zamanla savaşmamaya ve önüme bakmaya karar verdim. Bu kararımda ne kadar başarılı olabileceğimi kestiremiyorum, geleceğin belirsiz ve sisli oluşu beni bu mücadelede zorlayacaktır fakat böyle gitmemesi gerektiği konusunda kararlıyım.
Günün sonunda bir yerden başlamak lazım.

Eğer sizin de kafanızı benzer şeyler kurcalıyorsa en azından yalnız olmadığınızı söylemek isterim. Neler düşündüğünüzü yorumlar kısmında benimle paylaşmaktan çekinmeyin.

Hepinize iyi tatiller!


xoxo


Başak



4 Eylül 2018

#BackToSchool: Üniversitenin 3. yılında Öğrendiğim 3 Şey





Tekrar hepinize merhaba, umarım harika bir yaz geçirmişsinizdir, uzun bir yazdan sonra eylül ayı geldi bu da demek oluyor ki yeni akademik yılın başlamasına çok az kaldı. Eylül ayı boyunca bu şekilde #OkulaDönüş temalı postlar yayınlamayı düşünüyorum.
Bu yazı sanırım şimdiye kadar yazdığım en kişisel post olacak fakat benim okumaktan çok hoşlandığım bir konsept bu, umarım sizin de hoşunuza gider ve eğer ilginizi çekiyorsa yardımcı olur. 


1. HER ŞEY BİRDEN İYİYE GİTMEZ BAŞLARDA YALNIZ KALMAN VE BUNUN BEKLEDİĞİNDEN UZUN SÜRMESİ NORMAL.


Hiç unutmuyorum okulun ilk 3 günü kimseyle konuşmadan ve tanışmadan sadece bir hayalet gibi gidip gelmiştim, sonrasında ise birilerini tanımam tesadüfler eseri oldu. Tüm bu koşuşturmacanın içinde yalnız hissedebilirsin, belki bazen "Ben ne yapıyorum?" diye sorduğun(m) da olmuştur.

Yeterince arkadaşının olmadığını düşünüyorsundur veya dersler istediğin kadar iyi gitmiyordur. Yarınki sınav dünyanın sonu gibi hissettiriyordur. Bir de aksiliklerin birbirini izleyen bir halde ortaya çıkmak gibi bir huyları vardır.
Bir çoğumuz sanırım şunu düşünmüştür: Tek çare başka bir yere kaçmak (genellikle daha tanıdık).  Bunu çok istediğimi hatırlıyorum gerçekten arkana bakmadan uzaklaşma isteği, bana kalsaydı da kaçardım fakat bir şekilde kaldım. Sonra fark ettim ki kaçmak istediğim şeyler aslında gittiğim yerde de benimle olacaktı, öyle ya insan kendinden kaçamıyor. Önce onlardan kurtuldum sonra her şey birden kendiliğinden iyileşmeye başladı. Ve şimdi geriye baktığımda içindeyken çok büyük gözüken problemler aslında o kadar da büyük değilmiş.



2. ZAMAN ÇOK HIZLI GEÇİYOR


Daha önünde yıllar varmış gibi görünürken bir anda yolun sonuna yaklaştığını fark etmek oldukça çarpıcı bir his. Bir yandan bundan sonraki deneyimler için heyecanlanırken bir yandan da ertelediğin pek çok şey için de sürenin bitmek üzere olduğunu görmek bir miktar pişmanlık uyandırıyor. Yapmak istediğin ama daha çok vakit var diyerek ertelediğin onlarca şey bunu fark ettiğin zaman bir anda yük gibi hissettiriyor. Öğrencilik hayatında gezmek istediğin yerler, gitmek istediğin şehirler, öğrenmek istediğin diller, bir parçası olmak istediğin o klüp, hep o pizzalarını merak ettiğin kafe... sürekli ertelediğin hayatında ajandanın eski sayfalarında kalan bir kaç satır olarak kalıyorlar ve geçen her gün de onları daha geriye itiyor. İşte o yüzden zamanın bir kum kadar elden kolay kayan bir olgu olduğunu hatırlamamız gerekiyor.
 Fakat tabii ki hayat bu birkaç seneden de ibaret değil, hayaller ve hedefler için yola koyulmanın zamanı yoktur.



3.  İNSANLAR, ÜNİVERSİTE DENEYİMİNİN BİR PARÇASI; FARKLI İNSANLAR TANIMAKTAN KORKMA


Hayatım boyunca hep etrafımdaki insanlar konusunda seçici davranmışımdır, az ve öz olması gerektiğini savunuyordum fakat zamanla farklı insanlar tanımanın bir zenginlik olduğunu ve bir insan tanıdığın zaman onun için hayatımda bir konum belirlemek zorunda olmadığımı düşünmeye başladım.  Sonuçta birisiyle "biraz iletişim kurmak" onu sonsuza kadar hayatında tutmak zorunluluğunu getirmiyor.
Hala beni zorlasa da bu anlamda da kabuğumu kırmaya çalışıyorum.

Özetlemek gerekirse, aslında bu 3 senelik deneyimin bana öğrettiği en önemli şey: Biraz "güvenli bölgemden" çıkıp yeni şeylere evet demem gerektiğiydi.



Sizin de okul hayatında edindiğiniz benzer tecrübeleriniz oldu mu? Olduysa yorumlar kısmında benimle paylaşmaktan çekinmeyin.


xoxo



Bashak




19 Kasım 2017

My Morning Dose of Coffee






Hello, everyone! I'm kinda busy with keeping up with my classes lately and I just wanted to talk to you about my favourite morning activity. Actually, I'm more of a tea person but also a coffee addict if that makes sense. Freshly brewed coffee is the best way to make you a morning person. (at least for a day)


When I just woke up and don't want to leave my warm cosy bed, one of my biggest motivation is a hot coffee to get out of there. I just go straight to the kitchen, grab my ground coffee and brew it. I've been using Starbucks Kati Kati blend for a while which is a summer seasonal blend.









 Starbucks promotes this blend as being versatile and equally enjoyed hot or cold. As they say "Enjoy it hot to savour the slight roastiness and caramelly sweetness. Or you can try it iced to accentuate the floral, citrusy notes during those days of lounging in the shade."


I've really enjoyed my iced coffees made with it on hot summer days and now I take my morning coffee hot and some lactose-free milk in it. I also like to put a pinch of cinnamon and add honey in it, especially on lazy mornings, great way to start a crisp autumn day. 








Taking your coffee, wearing a cosy jumper and socks, watching your favourite tv show but usually, this wonderful dream ends up with doing my readings for school, that's kind of a basic law student's lazy morning.



How do you like your coffee in the morning?

xoxo


Bashak






9 Mayıs 2016

Beauty Haul #1 +Swatches




Hello Beauties! today I'm going to talk about some purchases that I make recently. 
I rarely buy something that I never heard about it before. I conduct online research before I make a purchase, I read the product reviews, watch youtube videos so every product in this post's been already in my wish list for a while.



Nivea Post Shave Balm- Sensitive


In case you don't keep up with the latest trends over on "The Youtubes" or "Blogs"  you may wondering "Why this one is here?", everything has began with Nikkie Tutorials, she said she used her boyfriends Nivea After Shave Balm Sensitive as a primer and absolutely loved it and has been using it since. When you look at the second ingredient of it, you can see the glycerine, which is in most of the face primers on the market. 




Sleek- Matte Me Birthday Suit Liquid Matte Lipstick


I'm obsessed with nude lipsticks and that lipstick's been on my mind for a long time. Unfortunately Sleek is not sold in our country and I've waited to buy it from a Instagram seller. So happy to get this shade finally!



Maybelline Master Contour Stick- 01 Light


"Contouring and Highlighting" is getting more popular everyday and I wanted to give this drugstore option a try.



Sleek Matte Me- Birthday Suit / Nars Creamy Concealer- Vanilla / Maybelline Master Contour Stick- 01 Light


Nars Radiant Creamy Concealer- Vanilla


I'm a concealer junkie! I want to try all these concealers in the market! So I couldn't resist this cult Nars concealer more. Mine is in the shade Vanilla.




MAC 217 Brush


The Mac 217 Brush is a essential in pretty much every beauty blogger and vlogger's makeup bag. I know this brush is famous as a blending brush for eyeshadows but I've been using this as a concealer brush since I got it and absolutely love it! I suppose, I need another one.




Maybelline Brow Satin Eyebrow Pencil- Medium Brown


I used the Master Shape one before by Maybelline. It was too waxy, difficult to apply, and looks unnatural.
I've read about Brow Satin Pencil at Görkem Karman's blog, she said this one has a great consistency and I just bought. She is one of my fave Turkish bloggers.



Bashak

xoxo



14 Nisan 2016

Essentials: Exam Week






Hello Beauties! The first weeks of April mean midterms to me, I've just took them all and decided to write this post. I'm going to talk about some of my "Exam Week Essentials".


2016 Agenda

A daily agenda really helps me to planning my exam days, study times. And planning the stressful terms in black and white prevents to loom large the problems in your mind. This is basically how I manage the stress.

Concealer & Nude Eyeliner

It's a real struggle finding time to doing makeup at exam weeks but if you have a couple of minutes you can look like more awake and rested in 2 steps. Applying concealer to inner corner and underneath the eyes in a triangle shape makes a huge difference, also applying a nude eyeliner into your waterline makes your eyes look wider and more awake.





Black Coffe & Huge Mug

And tons of coffee... I usually drink coffee with cream or milk but when it comes to exam week I prefer black coffee to stay awake for hours. Actually unlike the majority of people, I really hate black coffee. Don't judge me! And I love to drink whatever coffee or tea with this Starbucks mug. It was from 2014 Christmas season, I really love this lovely huge red mug.There're deers on it, so sweet.


Notebook

I take notes on computer at some classes, so if ever I want to study at library or somewhere else it's easy to take my notes with me otherwise I have to carry all these heavy books or something. And I also prefer computer to phone for things like surfing the internet, checking my e-mails. It gives me a wide screen view which is much more comfortable to study for hours.

White Sneakers

And if you don't know what to wear at an early morning, a white sneaker matches with most of your clothes and saves time!


Bashak


xoxo

© Judith’e Ait Oda
Maira Gall